İnsan doğası gereği bugünü yaşamaktan çok geçmişe özlem ve gelecek ümidi arasında yaşayan bir varlık. Diğer hiçbir canlıda olmadığı kadar. O anı yaşamayı hep kaçıran bir mahluk. Bugün dinlediğim bir psikoloğun paylaşımı epey düşündürdü beni.
Nerde o geçmiş bayramlar, nerde o eski dostluklar, nerde o eski faziletli bilge insanlar? Acaba öyle mi? Kurban Bayramı yaklaşırken belki de o eski bayramları tekrar hatırlamak gerekir. Geçmişte o bilge ve erdemli insanları, samimi dostlukları. O günlerde yediğimiz şekerlerin, kavurmaların bugün asla bulamadığımız tatları… Aldığımız bayramlık ayakkabıların, diktirdiğimiz çiçekli entarilerin bizde yaşattığı o eşsiz sevinci. O kadar çok ki. Peki o günlerde çok mutlu idik de ne değişti?
Babam traktörle çalışır, alacaklarının çoğunu nakit olarak alamazdı. Köylüde para yok ki çiftin, patozun, kasa işinin parasını nakit verebilsin. Peşin çalışma zaten yoktu. O yüzden çoğu akşam babamın hesap defteriyle yazıp çizmelerine şahitlik ederdik. Rahmetli bazılarından kurbanlık, bazılarından gübre, zeytin, peynir gibi ihtiyaçlarla alacağını alırdı. Bazıları yevmiyeye gelir, bazıları da bize halı dokurdu. Babamın böyle 5-6 tezgâhı vardı halı dokutturduğu. Bu halıların ne zaman biteceği ne zaman kırkılıp temizleneceği ve halı alıcısı tüccarlara ne zaman pazarlanacağı evin içinde sık sık dönen konulardandı. Bu halı işinin bir güzel tarafı vardı. Babam halı dokutturduğu bu kadınlara bayramda kumaş alırdı. Bazen, emprime, sentetik ve jarse kumaşlar. Sanıyorum mevsimine göre değişiyordu kumaşların türü. Belki de evin annesine alınacaksa emrime basma, kızlara alınacaksa jarse veya sentetik kumaşlar. Kışın alınıyorsa da muhakkak pazen. Kumaş alınan bu kişiler mutlaka halı tezgahına oturan kişilerdi. Kadınlar ve genç kızlar yani. Halıcılara kumaş alınırken bize de alınırdı. Dolayısıyla bayramdan önce alınıp dağıtılan bu kumaşlarla birlikte bizim kumaşlar da hemen entari, etek ve üstten çekme dikilirdi. Bazı yerlerde şalvar denen geniş dış alt giysisine bizim köyde üstten çekme denirdi.
Bir entari diktirmiştik ki hala gözümün önündedir. Pembe ile nar çiçeği arasında bir renkte ve üzerinde seyrekten küçük çiçekler olan jarse kumaştan bir entariydi. Fadime halamın eşi Ali Dayı dikiş makinası kullanırdı. Ustalık gerektiren kumaşlar ve özellikle elbiseler Ali Dayıya diktirilirdi. Her ikisi de rahmetli oldular. Babam da tabi ki. Allah rahmetiyle muamele etsin inşallah. Entariyi önce kısa kollu dikmişlerdi ama babam kesinlikle kısa kollu giydirmem deyince kollar sökülüp uzatılmıştı. Bayramdan önce yetişmezdi bazen. Ama bayramda gider giyerdik. Halamın evindeki bir cam kapaklı dolapta oyuncak öküz vardı. Onu hep hayranlıkla seyrederdim. Durduğu yerde yıllarca kalan bu oyuncak aynı zamanda titizlik ve düzenin de işaretiydi bana göre. Bizim evde olsaydı biz onu alır oynar, en kısa zamanda eskitir atardık. Hangisi daha iyi tartışılır tabi ki. Ama bugün bile hala hatırımdadır.
O entariyi giyince duyduğum sevinç tarifsiz. Kesinlikle çok güzel bir anı. Peki bugün aynı duygu ile yeni bir kıyafet almıyor muyuz? Bugün aldıklarımız, giydiklerimiz, yediklerimiz daha mı değersiz? Kesinlikle değil. O gün yaşadıklarımızın özlemiyle bugünkü hayatımızı değersizleştirmek kendimize haksızlık. Peki neden yapıyoruz bunu kendimize. Bunu ben böyle yapıyorum diye söylemiyorum. Ama genel eğilim böyle. Ben neye nasıl baktığımı söyleyeceğim. Fakat eskiden komşuluklar güzeldi bugün ise mesafeli diyerek bugünü değersizleştirebilir miyiz? Evet apartmanımızda oturan çoğu kişiyi tanımıyoruz. Ama önceden çevremiz çok dardı ve çok az sayıdaki bu insanlarla da bazen gönüllü bazen zorunlu komşuluklar yapıyorduk.
Keşke o günlere geri dönsek mi? Açıkçası benim bir gün önceye bile dönmek gibi bir isteğim yok. Daha önce de olmadı. Eskiden gelecek kaygısıyla, ev alsak, çocuklar büyüse diye hep geleceğe dair beklentilerle mutsuz olduğum oluyordu. Artık bundan da vazgeçtim. Çocuklarımın her anına şahitlik yapmaya çalışıyorum. Ailem, arkadaşlarım, işim ve onların bana sunduklarından keyif almaya çalışıyorum. Bu sürekli iyi ve sevinçli olduğum anlamına gelmiyor. Zaten mutluluğun tanımı sürekli bir sevinç ve coşku hali değildir.
Hayat çok hızlı akıyor. Güzel bir sohbet, yeni yerler görmek, çok sevdiğim meyveden yemek, bir çiçeği kulu seyretmek ve bunları nimet ve hikmet gözüyle seyredebilmek. Sürekli kamera kadrajının arkasından değil, çıplak gözle bakabilmek…
Hayatımızda her şey tam olmayacak tabi ki. Etrafımızda kötü insanlar var. Bize düşmanca saldıran. Necip Fazıl’ın dediği gibi, onlar bizim ifademiz ve hızımız. Gündüz geceye muhtaç, bize de onlar lazım. Onlar sayesinde dik durmaya, güçlü olmaya, uyanık kalmaya ve hep dinamik olmaya çalışıyoruz. Bu da bizi daha ileriye taşıyor. Hastalık gelince bize bahşedilen beden nimetini fark ediyoruz. Ona iyi bakmanın, ihtiyacını karşılamanın ve zararlı olan her şeyden ve herkesten korumanın farkına varıyoruz.
Sonuç olarak dün geçti. güzel geçtiyse tatlı hatıralarıyla yad edip mutlu olmalı. Kötü şeyler yaşanmışsa ders alıp aynı şeyleri yaşamamak için üzerine tefekkür etmeli. Yarın belli değil. Güzelleştirmek için çok çalışıp, güzellikler biriktirmeli. Sermayeyi bugünden harcamamalı. Sermaye dediysek para değil sadece. Dostlar, sağlık, itibar, aile… Hepsi birlikte. Ama bizi kaygı ve korkuya düşürecek bir ruh haline de düşmemeli. Mevla görelim neyler, neylerse güzel eyler. Biz ne kadar plan yaparsak yapalım, bizim de üstümüzde bir plan yapıcı var.
Oğlum bugün YKS sınavına girdi. O endişeyi, heyecanı, ümidi, takdiri yaşamak güzel. Sonuç iyi gelirse ne mutlu. Oğlum güzel bir hazırlık süreci geçirdi. Elinden geleni yaptı. Kızım üniversite son sınıfa geçti. çok şükür. Beden ve ruh sağlıkları yerinde olsun. Yolları bahtları açık olsun. Biz de keyifle izleyelim.