Sıcakların bastırdığı şu günlerde sık sık yağmur duası haberiyle karşılaşıyoruz. Güneş tepeden bastırdıkça bir taraftan nefesimiz kesiliyor diğer taraftan ürünler ağaçlar susuzluktan boyunlarını büküyorlar. Öyle olunca adet olduğu üzere yağmur duasına çıkmak gündeme geliyor. Dudaklarda aynı dua: “Allah’ım, bize yardım eden, içimize sinen, ferahlık veren, bol, yararlı her tarafı sulayan bereketli bir yağmur ihsan eyle.” Ülkemizde farklı yörelerde değişik şekilde yapılan yağmur duası adetleri var. Ben bizim köyün çok öncelerden yapılan artık uzun zamandır görmediğim bir adetinden bahsedeceğim.
Benim çocukluğumda yağmur duası yapılacağı zaman bütün köylü seferber olurdu. O gün adeta bir şenlik havası olurdu. Önce bir kepçe gelin bulunurdu. Kepçe gelin denilen çocuk küçük kız çocuklarından seçilirdi. Evin ilk çocuğu olması önemliydi. Bu çocuğa bir çuval giydirilirdi. Tepeden aşağıya giydirilen çuvalın sadece gözleri görecek kadar kısmı açık olurdu. Benim o zamandan hatırımda kalan çuval, keçi kılından yapılmış ve harar dediğimiz büyük bir çuvaldı. Çocuğun kafasına bir bez bağlanır ve kafasının iki tarafına tahta kaşıklar takılırdı. Sanırım adını bu tahta kaşıklardan alıyordu. Ayrıca kepçe gelinin beline de uzunca bir ip bağlanır ve bu ipi yetişkin kadınlardan biri tutardı.
Kepçe gelin gelindeki ipten tutularak kapı kapı dolaştırılırdı. Ona köyün çocukları eşlik ederdi. Hep bir ağızdan:
“Kepçe gelin yağ ister
Yağ istemez bal ister
Yerden göğden rahmet ister.” diyerek bağırırlardı. Vardıkları kapılardan onlara bulgur, kavurma, un, yumurta, para ve benzeri malzemeler verilirdi. Köyün bütün evlerine varılır hem dua edilir hem de kepçe gelin manisi okunurdu. Ev sahibi kepçe gelinin başından su dökerdi. Daha sonra toplanan malzemelerle yemekler, helva ve katmerler yapılırdı. Yapılan bu yemekler hem topluca yenir hem de köye gelen misafirlere ve yolculara ikram edilirdi. Yumurta ve paralar da kepçe gelinin olurdu. O yüzden çoğu çocuk kepçe gelin olmak isterdi. Ben kepçe gelin olmuştum ve kendimi çok özel hissetmiştim. O günkü duygu halen hatırımda. Bir de o koca kıl çuvalın içinde etrafı yeterince göremediğimi ve belimdeki ipten yeden kadının sesli uyarılarını hatırlıyorum. O kadın sanırım Ismıhan Teyzeydi. Emin değilim.
Şu anda çok net hatırlamıyorum. Hayal meyal zihnimde canlanıyor. Köyümüzün içinden yol geçerdi. Yolun kenarına ateş yakılır, kazanlar kurulurdu. Sanıyorum bunlarda etli pilav yapılıyordu. Bir de hatırladığım yine yolun kenarında saçlarda katmer yapılmasıydı. Hemen orada pişirilen un helvaları da bu katmerlerin arasında ikram edilirdi. O zaman yoldan gelip geçen yabancı çok olurdu. Bu yolculara mutlaka yetiştirilir ve hiç biri boş geçirilmezdi.
Hatıralar belli belirsiz canlansa da esas olan topluca yemek yapılıp onun gelen geçen herkese dağıtılması ve mutlaka kepçe gelin olmasıydı. Kepçe gelinin başına su dökülmesi de bir nevi yağmur isteme ritüeliydi. Kökleri çok eskilere giden bu adetler, keşke bugün de yaşanabilse. Hem ümit hem birliktelik hem de yakarışın en samimi hali…