SALGIN HASTALIKLARIN TARİHİ

Dünya tarihinin kuşkusuz en önemli konularından bir tanesi salgın hastalıklardır. Geçmişte yaşanmış olan salgın hastalıklar göz önünde bulundurulduğunda bu yaşanan olayların insanlık tarihinin göz ardı edilemeyen gerçekleri olduğu anlaşılmaktadır. Savaş, göç ve ticaret gibi olaylarla insanlar arasındaki etkileşimlerin artması mikropların mutasyona uğramasına ve salgın hastalıkların ortaya çıkmasına yol açmaktadır. Diğer taraftan insanların hayat kalitesinin düşmesi, yeterli ve doğru beslenememe, temiz su kaynaklarının azalması ve iklim değişiklikleri gibi sebepler de hastalıkların önünü açmaktadır.

Dünyada Kara Veba salgını, Kolera Salgını ve İspanyol Gribi gibi tarih sahnesinde yıkıcı etkileri çok yüksek olan pandemi dönemleri yaşanmıştır. Yaşanan salgın hastalıklar sosyal hayatta önemli değişikliklere sebep olduğu gibi ekonomik hayatı da etkilemiştir.

Pandemi, dünya çapında veya oldukça geniş bir alanda yayılma özelliği gösteren ve çok sayıda insanı etkileyen salgın hastalıklar için kullanılan bir terimdir. Epidemi bir bölgede, bir toplumda görülen salgın hastalık iken; pandeminin yayılma alanı çok daha geniştir

Koronavirüs salgınının yaşandığı bu günlerde salgın hastalıkların yıkıcı etkisi bir kez daha gözler önüne serilmiştir. Sağlıktan sosyal hayata, ekonomiden eğitime kadar hayatın her alanında büyük değişiklikler yaşanmaktadır. İlk olarak Çin’de başlayan ve bütün dünyaya yayılan, Dünya Sağlık Örgütü (WHO) tarafından da küresel pandemi olarak ilan edilen Covid-19’un insan ve toplum sağlığı açısından ortaya çıkardığı sonuçlar yıkıcılığını sürdürmektedir. Salgın diğer sektörleri ve toplum hayatını etkilediği gibi yerel ve uluslararası ekonomileri de etkilemektedir.

Jüstinyen Vebası, 541-549

Tarihteki ilk veba salgını olarak kabul edilen Jüstinyen Vebası, 541-549 yılları arasında gerçekleşti. Küresel ölçekte 30 ile 50 milyon arası insanın hayatını kaybettiği veba, başta Doğu Roma İmparatorluğu ve başkenti Konstantinopolis’in yanı sıra Sasani İmparatorluğu ve Akdeniz çevresindeki bütün liman kentlerini etkiledi. Vebaya dönemin Bizans İmparatoru Jüstinyen’in ismi verildi.

Amvas Vebası

Amvâs Veba Salgını ya da Amvâs Taunu miladi 638-639 yılları arasında günümüzde Filistin sınırları içinde ortaya çıkan ve daha sonra Ürdün, Şam ve Urfa’ya yayılan veba salgınıdır. Adını, Kudüs’ün 33 km kuzeybatısında yer alan Amvâs köyünden almıştır. İslâm tarihinde ilk görülen salgın hastalık olarak kabul edilmektedir.

Amvâs köyü, Halife Ömer bin Hattab döneminde Bizans İmparatorluğu’na karşı alınan Ecnadeyn zaferinden sonra İslam ordusu için karargâh olarak kullanılmaya başlandı. Eski bir yerleşim yeri olan köy, stratejik bir bölgede kuruluydu. Kudüs yolu üzerinde, orduların konakladığı önemli bir mevkiydi.

Bu köyde baş gösteren salgında, aralarında Suriye orduları başkumandanı Ebu Ubeyde bin Cerrah ve birçok komutan da olmak üzere 25 bin insan ölmüştür. Amvâs salgını, 541 yılında başlayarak yaklaşık iki asır boyunca bölgede aralıklarla etkili olan Justinianus Veba Salgınının bir uzantısıdır.

Amvas vebası, askeri ve politik açıdan önemli sonuçlar doğurdu. Salgın sonucunda, Suriye’de bulunan ordunun yarısı ve birçok önemli komutan hayatını kaybetti. Ömer tarafından kendinden sonra halifeliğe layık görülen Ebu Ubeyde bin Cerrah’ın salgında hayatını kaybetmesi ileride göreve gelecek halifeleri doğrudan etkilemiştir. Ebu Ubeyde’ye vekaleten başkumandan olan Yezid bin Ebu Süfyan’ın da aynı salgında vefatından sonra kardeşi Muaviye bin Ebu Süfyan Şam valiliğine getirildi. Yaklaşık yirmi yıl boyunca Suriye’de valilik görevinde bulunan Muaviye’nin Ali bin Ebu Talib ile giriştiği hilafet mücadelesi sonucunda İslam tarihinin seyri değişmiştir.

Tâ‘un el-Cârif

Abdülmelik b. Mervân zamanında hicrî 69/688 yılında Basra’da çok büyük bir salgın olmuştur. Kaynaklarda üç gün süren salgında her gün yaklaşık yetmiş bin insanın öldüğünü ifade etmektedir. Bu salgın sebebiyle Enes b. Mâlik’in çocuk ve torunları yetmiş ila seksen kişi; tâbiînden Abdurrahman b. Ebî Bekre’nin çocuklarından kırka yakın kişinin vefat ettiği bildirilir. Hatta anlatıldığına göre Basra’da neredeyse insan kalmamış ve ölenler çok fazla olduğundan defin dahi edilememiştir.

Tâ‘un el-Fetayât

Velîd b. Abdülmelîk döneminde hicrî 87/706 yılı civarında büyük bir salgın meydana gelmiştir. Hastalık, bakire kızları öldürerek başladığından ve onlardan birçok kimseyi öldürdüğünden tarihçiler bu salgını el-Fetayât diye adlandırdılar. Ancak salgın sadece bakire kızlarla sınırlı kalmayıp, erkekler arasında da yayıldı. Salgın öncelikle Basra’da ortaya çıktı; sonra Vâsıt, Kûfe ve Şam’a kadar ulaştı. Birçok şehre yayılan salgın,şehirlerdeki liderler üzerinde etkili olduğundan kaynakların bazıları bu salgını Eşraf salgını olarak da adlandırmışlardır. Yani yüksek makamlı,şerif insanların bir kısmı salgına maruz kalarak öldüğünden hastalığın ismi onlara nispet edilmiştir. Hastalığın bu derece ilerlemesinden Velîd b. Abdülmelîk bile rahatsız olarak Şam’dan ayrılmak zorunda kaldı. Tarihçilerin bu vebaya maruz kalarak ölen insanların sayısı hakkında bir tahminleri yoktur. Ancak salgının vahametini belirtmek isteyen bazı tarihçiler “Salgın yüzünden neredeyse aileler yok olacaktı.” demişlerdir.

Tâ‘un Selem b. Kuteybe

Emevî halifelerinden Mervân b. Muhammed döneminde hicrî 131/749 yılında Irak’ta recep ayında başlayıp ramazan ayında birçok bölgeye sıçrayan büyük bir salgın olmuştur. Salgın hızla yayılarak hicrî 135/750 yılında Şam’a ulaşmıştır. İbnü’l-Cevzî’nin kanalıyla aktarılan rivayette Medâinî bu salgın hakkında şöyle demiştir: “Irak’taki Merbed Mahallesinde her gün on bin cenaze kaldırıldı. Bu durum günlerce devam etti.” Salgın ortaya çıktığında Basra emiri Selem b. Kuteybe olduğundan salgın onun ismini taşımıştır.

Uzun süre devam eden salgında iki gün çok şiddetli geçtiği, birinci gün yetmiş bin, ikinci gün aynı sayıda olmak üzere toplamda yüz kırk bin insanın vefat etiği, söylenir. Tarihî kaynakların anlatımlarına göre ölenler çok olduğundan cenazelerine yetişmek mümkün olmuyordu. Hatta bazıları evde öldüğünden başıboş köpekler cesetlerine saldırıyordu.

Tâ‘unu’l-Kebîr (Veba’u Seneti Tis‘a ve ‘Erba‘in)

Memlûklu devletinin hüküm sürdüğü dönemde hicrî 749/1348 yılında Mısır ve Şâm’da büyük bir veba meydana gelmiştir. Bu salgının etki alanını bildirmek isteyen Yûsuf b. Tağrîberdîsöyle demiştir: “Salgın dünyanın birçok bölgesine yayıldı ve hatta Mekke’ye kadar ulaştı. Diğer bir tabirle yeryüzünde Şarktan Garba kadar uzandı.” Nihayetinde salgın Mısır’da ve Şam’da sayılmayacak kadar can almıştır. Salgında ölenler arasında Muhaddis Burhaneddin İbrahim, Edebiyatçı Şihâbeddin Ahmed b. Mes‘ûd gibi nice âlimler bulunmaktadır. Salgının kendi bölgelerine verdiği zararı önemseyen Şam tarihçileri, bu salgını Şam salgını olarak ifade etmektedirler. Çünkü hastalık Şam’da çok şiddetli bir şekilde gerçekleşmiş ve bu bölgede otuz birden fazla ilim adamını öldürmüştür.

Fenâü’l- ‘Azîm (Tâ‘un Sene-i Selase ve Selasîn ve Semanimi’e)

Memlüklüler döneminde hicrî 833/1429 yılında Mısırda ve özellikle Kahire civarlarında büyük bir salgın meydana gelmiştir. Yûsuf b. Tağrîberdî,salgının ortaya çıkardığı tabloyu dikkate alarak hadiseyi Büyük Ölüm (Fenâü’l- ‘Azîm) olarak isimlendirmiştir. Zira kendisi bir günde sadece Kahire’de 10 bin insanın vefat etiğini ifade etmiştir. Bu sayı bir güne ait olmayıp birkaç gün sürmüştür. Takip eden günlerde ise 9 bin ve 8 bin kişi ölmüştür. Diğer salgınlarda olduğu gibi bu salgının da Mısır’da kalmayıp Şam’a kadar geldiğini Yûsuf b. Tağrîberdî’nin rivayetlerinden anlayabiliriz. Hatta salgın Mısır ve Arap Yarımadasıyla sınırlı kalmamış sıçrayarak Bursa’ya kadar ulaşmış ve Bursa’da her gün 1500 insan vefat etmiştir. Salgının şahitlerinden Tağrîberdî, hastalığın sadece insanları etkilenmediğini, balıklar ve suda yaşayan diğer canlıları ile kara hayvanlarını da olumsuz etkilediğini söylemiştir.

et- Tâ‘unu’l- ‘Azîm

Osmanlı Devleti’nin son dönemlerinde hicrî 1800-1 yılında Mısırda büyük bir salgını başlamıştır. Şam’a ve hatta Anadolu’ya kadar ulaşan bu salgın sebebiyle çok sayıda insan ölmüştür. Tarihçilerin ifadesine göre salgın neredeyse tüm insanlık yok olacak kadar can almıştır. Cebertî, salgının özellikle gençler üzerinde etkili olduğunu ifade etmiştir. Salgın yüzünden tüm çarşılar kapatılmıştır. Kefenler bulunmamakta olup, insanlar birçoğu muhtaç hale gelmiştir. Bir kişi öldüğünde sadece birkaç kişiden oluşan cenaze heyeti dışında merasimlere katılımın olmadığısöylenir. Hayatın büyük oranda kısıtlandığını Cebertî şöyle ifade eder: “Bir aydan daha fazla tıraş olmadım. Her gün Asyût’ta (Mısır’ın bir bölgesi) altı yüzden daha fazla insan ölmekteydi. İnsanlar evinden çıktığında yolda ya bir cenazeyle ya da hasta biriyle karşılaşmadan evlerine dönmezlerdi. Süresi tam olarak belirlenemese de mescitlerde namazlar tamamen durdurulmuştu. Ekim ve hasat işleri de aynı şekilde askıya alınmıştı.” Cebertî bu salgını tam olarak anlatılmak istendiğinde konunun bir cildi aşabileceğini ifade etmiştir.

Kara Veba (1347 Veba Salgını)

Avrupa’da insanlar artan nüfusu besleyebilmek için ekilen toprakları sürekli olarak sürmeye, bataklıkları kurutmaya, dik yamaçları tarıma açmaya ve ormanları keserek tarım alanı haline getirmeye başlamışlardı. Salgının zemini Avrupa’da 1300’lü yıllarda atılmaya başlanmıştır çünkü amansızca harap edilen doğa iklim değişiklikleri ile insanlara ters bir cevap vermiştir. Donlar ve ürünlerde azalmalar yaşanmaya başlanmıştır. Avrupa’da insanların temizliğe gereken değeri vermemeleri ve dikkatsiz davranışları, salgının sonuçlarını da arttırmıştır. Veba salgının artış göstermesinde, iklim değişiklikleri ve doğanın tahribatının da etkisinin olmasının yanında en çok etkili olan durumlardan bir tanesi de insan hareketlilikleri olmuştur. 1330’da Moğolların iklim değişikliklerinden kurtulmak için yerleşim alanlarını değiştirmelerinin ardından, salgın Avrupa ve Asya’da yayılma imkânı bulmuştur. Mikrobu taşıyan pirelerle salgın ilk olarak 1331’de Çin’e ve daha sonra da ticaret yolları ile Avrupa’ya ulaşmıştır. 1347’de salgın, Fransa’ya ve İngiltere’ye kadar yayılmıştır.

Avrupa’ya ulaşan salgın, zemini mikropların yaşamasına çok uygun bir ortam bulduğunda hızla yayılarak bulaştığı kişilerin yarısını öldürmüştür. Hasta olan kişilerin bedenleri öldükten sonra kısa sürede mor-siyah renk almasından dolayı kara ölüm olarak adlandırılmıştır. Diğer taraftan çok yıkıcı sonuçlarından dolayı da bu ad verildiği söylenmektedir

Kara vebanın Avrupa’daki yıkıcılığında ortaya çıkan ekonomik tablo Akdeniz’de başıboş gezen gemiler, şehirlerin yabani hayvanlarla dolması, çoğu köyün ıssız kalması, hasatların gerçekleşmemesi ve çiftlik hayvanlarının bakımsızlığıyla özetlenebilmektedir. Çoğu zaman ölüleri gömecek kişiler bulunamamıştır ve toplu mezarlar kazarak cesetlerden kurtulmaya çalışmışlardır.

Çiçek hastalığı (15–17. yüzyıllar)

Avrupalılar, 1492’de Amerika kıtasına ilk geldiklerinde bir dizi yeni hastalık getirdiler. Bunlardan biri, enfekte olanların yaklaşık % 30’unu öldüren bulaşıcı çiçek hastalığıydı.

Bu dönemde çiçek hastalığı, Amerika’da nüfusunun % 90’ına yakın olan yaklaşık 20 milyon insanın canını aldı. Salgın, Avrupalıların yeni boşalan alanları kolonize etmelerine ve geliştirmelerine yardımcı oldu, Amerikalıların ve Avrupalı işgalcilerin tarihini ve küresel ekonomiyi sonsuza dek değiştirdi.

 

Cocoliztli Salgını (15 milyon) 16. YÜZYIL

  1. yüzyılda Yeni İspanya diye bilinen günümüz Meksika’sı ve Guatemala’sına tekabül eden bölgede gerçekleşen ve kanamalı salgın olarak bilinen hastalık sonucu 15 milyona yakın kişi hayatını kaybetti. İspanyol sömürgecilerinin gelmesinin ardından ortaya çıkan salgına dair tifüs, kızamık veya çiçek hastalığı teorileri çıkmış olsa da hastalığa neyin sebep olduğu henüz ortaya konulamadı. Hastalığa, bölgenin yerli Nahuatl dilindeki hastalık veya kötülük olarak çevrilebilecek “cocoliztl” adı verildi.

Kolera Salgını (1817)

  1. yüzyılın en ölümcül hastalığı olarak kabul edilen kolera, ‘vibrio cholerae’ adlı bakterinin sebep olduğu bir bağırsak enfeksiyonu olarak kabul edilmektedir4. 1817’de Hint Okyanusu civarında ve Asya’da görülen hastalık daha sonra tüm dünyaya yayılmıştır. 1817’de Japonya’da, 1826’da Moskova’da, 1831’de Berlin, Paris ve Londra’da görülmüştür. 1881 yılında da Osmanlı Devleti’nde görülmeye başlanmıştır ve Balkan Savaş’larında büyük kayıplara sebep olmuştur.

İlkçağlardan itibaren Hindistan’da yerleşik bir hastalık olarak bilinen kolera, pek çok farklı ülkede ve pek çok farklı zamanlarda nüksetmiş ve farklı isimlerle de adlandırılmıştır. O yüzden bu hastalığın geçmişi hakkında araştırma yapanlar için bir güçlük oluşmuştur. Hastalığın Hindistan’da görülmesinin en önemli nedenlerinden bir tanesi Ganj Nehri’nin kutsal kabul edilmesinden kaynaklı olarak, insanların bu nehirde hijyenik olmayan koşullarda yıkanmak istemesidir. Diğer taraftan Hindistan’ın iklim şartları da bakterilerin kolayca sıcak havalarda üremesine sebep olmuştur. Kolera ile sıtma, hıyarcık gibi hastalıklar da görülmüştür.

Hindistan’da ortaya çıkan bu hastalığın Avrupa’ya ve diğer bölgelere dağılmasında pek çok sebep bulunmaktadır. Hindistan nüfusunun giderek artması ve yerleşim yerlerinde zorluklar yaşanması, batıya uzanan ticaret yolları ve İngiliz sömürgeleri, bu nedenlerin ilkleri arasında gösterilmektedir. 1818 yılında bölgeyi sömürge haline getiren İngilizlerin liman şehirlere, bu salgını ticaret yolları üzerinden Avrupa’ya taşıdığı görülmektedir. Daha sonra İngilizlerin ticaret yolları üzerinde bulunan pek çok ülke bu salgından nasibini almıştır. Bengal ve Nepal kıyılarından Afrika’ya, Seylan ve Güney Doğu Asya’ya ve Japonya’ya kadar uzanan büyük bir alan kolera salgınına yakalanmıştır.

Kolera pandemisi 19. yüzyılda altı büyük pandemiye yol açmıştır ve bu pandemiler Hindistan üzerinden Avrupa’ya ulaşan yolları takip etmektedir. 1817 yılından 1923 yılına kadar çeşitli aralıklarla altı büyük kolera pandemisi ortaya çıkmıştır. Pandemilerdeki bu farklılıkların sebeplerinden bir tanesi görüldüğü mekanlarda yaşanan şartlar ve zamanlardan kaynaklanmaktadır. Özellikle İngilizler tarafından Avrupa’ya taşınan kolera hastalığı 1830’lu yıllara gelindiğinde en çarpıcı sonuçları ortaya çıkarmıştır. İlk belirtilerin hemen ardından hastalığa yakalanan kişiler saatler içerisinde hayatını kaybetmişlerdir.

1912 tarihine kadar salgın hastalıkların etkisiyle Avrupa’da 11 milyon insanın öldüğü söylenmektedir. Tarihi serüvene bakıldığı zaman, ekonomik başarıların ve demografik güç faktörlerinin her zaman olumlu yönlerinin olmadığı görülmektedir. Ticaret ve iletişim ağlarının artması, etkileşimin artması ve özellikle de yoğun nüfus gruplarının bir arada yaşadığı toplumlarda veba, taun ve salgın denilen hastalıklar da artmaktadır. Bunun bir örneği de Osmanlı Devleti’nde görülmüştür. Hızla genişleyen toprakları ve bünyesinde barındırdığı insan nüfusunun artması, salgın hastalıkların da saldırısına maruz kalmasına sebep olmuştur

Kolera salgının görüldüğü ülkelerde verimlilik ve iş gücünde azalmalar yaşanmıştır. Diğer taraftan, sosyal eşitsizlik, sosyal değişim gibi konular üzerinde de etkili olmuştur. Kolera salgınının uzun yıllar yıkıcı etkisini hisseden Avrupa, yaşadıkları dramlardan dersler çıkarmaya başlamıştır ve halk sağlığı, çevre reformu gibi konulara ağırlık verilmesi gerektiği bilincine varmıştır. Ancak, uygun ekonomik alt yapı ve teknolojinin varlığıyla, bu kararlarını uygulamaya geçirebileceklerini de anlamışlardır. Bu durum, bilimsel ve teknolojik ilerlemelerde motive edici bir güç olarak görülmüştür.

İspanyol Gribi (1914)

Düzensiz aralıklarla tarih sahnesine çıkmış olan grip pandemileri milyonlarca insanın hayatını kaybetmesine yol açmıştır. 15-20 yıllık aralarla griplerin çeşitli hastalıkları tetiklemesi ve çok kolay bir şekilde yayılma olanağı elde etmesiyle pandemiye dönüşmesi, bu salgınların insan yaşamının bir parçası olduğunu göstermektedir.

İspanyol gribinin ilk ortaya çıktığı yer hakkında çeşitli görüşler söylenmektedir. Bunlardan bir tanesi Çin’in Guandong şehrinde ortaya çıkmış olduğudur. 1900’lü yıllarda Çin nüfusu 400 milyon civarındaydı ve Çin’de çeşitli grip salgınları sürekli olarak hep yaşanmıştır. Buradan ticaret limanları ile Avrupa’ya taşındığı söylenmektedir.

Gribin ortaya çıkmış olmasında ortaya atılan görüşlerden bir tanesi de I. Dünya Savaşı için asker ihtiyacını karşılamaya yönelik yapılan sömürge ülkelerden getirilen insanlardan kaynaklandığı görüşüdür. Özellikle Fransa, İngiltere’nin yaptığı gibi, sömürgesi altında olan ülkelerden 50,000 civarında asker getirmiştir. Avrupa’ya gelen askerlerin kendi ülkelerindeki Annam zatürresini getirmesi sonucuyla bu salgının ortaya çıktığı da düşünülmektedir

Diğer taraftan, savaş esnasında kullanılan zararlı kimyasalların da bu salgınların sebebi olduğu yönündedir. Savaşın son iki yılında 150.000 ton klor ve fosken gibi zararlı gazlar kullanılmış hem çevreye hem de insan sağlığına büyük ölçüde zararlar verilmiştir.

Hong Kong Gribi (1968)

Birden fazla virüsün bir araya gelerek orijinalinden farklı bir virüs ortaya çıkarması sonucu oluşan salgında dünya genelinde bir milyon kişi hayatını kaybetmiştir. İlk kez Hong Kong’da ortaya çıkması sebebiyle bu isimle anılmaktadır. Dört beş gün içerisinde belirtileri ortaya çıkan gripten daha çok 65 yaş üstü ve yaşlı insanlar etkilenmiştir.

1968 Temmuz ayında ortaya çıkan salgın, Eylül ayında Hong Kong’dan Avrupa’ya ve Amerika’ya yayılmıştır. 1969 yılında ise Japonya ve Afrika’ya da yayılmıştır. Amerika’ya yayılmasının ardından bir ay sonra, salgının aşısı bulunmuştur. Hong Kong nüfusunun yaklaşık % 15’i bu salgından etkilenmiştir. Salgının ardından 1970 ve 1972 yıllarında yeniden ortaya çıkmıştır

Diğer Salgınlar

2000’li yıllarda yaşanan SARS salgını Hong Kong’da ortaya çıkmış, salgın 2002 ve 2003 yıllarında dünya geneline yayılmış ve birçok insan hayatını kaybetmiştir. Hızlı bir şekilde yayılan salgın haftalar içinde 37 ülkeye yayılmıştır. Bu hastalığın dünya ekonomisine maliyeti yaklaşık olarak 40 milyar dolar gerçekleşmiştir, bu kaybın büyük çoğunluğu turizm gelirlerinde yaşanmıştır.

Swine Influenza Virus (SIV) olarak bilinen domuz gribi, 2009 yılında ortaya çıkmıştır, ilk olarak Meksika’da ortaya çıkan salgın tüm dünyaya yayılmış ve 18.500 kişi hayatını kaybetmiştir. Domuz gribi, domuzlarda oluşan virüse benzer bir özellikte olduğu için bu adla anılmıştır. Kümes hayvanları ve domuzlar ile yakın temasta olan kişilerin bu virüsü taşıma riski olduğu belirtilmiştir. Bu salgın için aşı ve ilaç bulunmasının ardından etkisini kaybetmiştir.

HIV / AIDS (1981 – Günümüz)

Bilinen ilk HIV/AIDS vakaları 1981’de bildirildi, ancak hastalık bugün insanları enfekte etmeye ve öldürmeye devam ediyor. 1981’den bu yana 75 milyon insan HIV virüsüne yakalandı ve sonucunda yaklaşık 32 milyon insan öldü. Tedavisi olmayan, cinsel yolla bulaşan bir hastalık olarak HIV/AIDS, her yıl milyonlarca insanı etkilemeye devam eden inatçı bir salgın. AIDS’in tedavisinin olmamasına rağmen, antiretroviral tedavi ilaçları HIV’i kontrol edebilir ve ilerlemesini önemli ölçüde yavaşlatarak enfekte olmuş birinin uzun bir yaşam sürmesine izin verebilir.

Koronavirüs, Covid-19 (2019)

İlk olarak 1 Aralık 2019 tarihinde Çin’in Wuhan şehrinde ortaya çıkan koronavirüs, 2020’de Avrupa’ya, Amerika’ya dünyanın diğer bütün bölgelerine yayılmıştır ve salgın günümüzde etkisini sürdürmektedir. İnsandan insana bulaşabilen ve cansız eşyalar üzerinde çeşitli sürelerde varlığını devam ettirebilen virüsün belirtileri arasında yüksek ateş, nefes almada güçlük, kuru öksürük ve boğaz ağrısı gibi belirtiler bulunmaktadır. Özellikle bağışıklık sistemi zayıf olan ve daha çok yaşlılarda ölümcül etkisi fazla olan virüse yakalanan kişi sayısı 10 Ağustos 2021 itibaren dünya genelinde 204.476.243 kişi ve virüsten hayatını kaybedenlerin sayısı 4.322.254 kişidir.

Dünya Sağlık Örgütü tarafından küresel pandemi ilan edilen virüsün etkili bir aşısı henüz bulunamamıştır. Salgının hızını azaltmak için mart ayından itibaren tedbirler dünya çapında arttırılmış ve sonrasında da kontrollü serbestlikler uygulanmıştır. Salgının çok etkili olduğu Mart-Nisan (2020) aylarında birçok ülke yurt dışı uçuşlarına kısıtlamalar getirmiştir. Türkiye’de uygulanan tedbirler arasında okullar, üniversiteler, pek çok işletmenin kapatılması, seyahat kısıtlamaları gibi çok fazla tedbir bulunmaktadır.

Covid-19 pandemisi tarihte yaşanan salgınlarla kıyaslandığında son yüzyılın en ciddi salgınlarından biri olduğu görülmektedir. Konu üzerine biyolojik silah olma durumu başta olmak üzere pek çok komplo teorisi de üretilmiştir. Pandeminin ikinci ve üçüncü dalgalarının hissedilip hissedilmeyeceği ise ilerleyen zamanlarda netleşecektir.

Koronavirüs pandemisinin sonuçları yaşanan diğer epidemi ve pandemilere göre daha ağır hissedilmektedir. Hem yerel ölçekte hem de küresel ölçekte dünya ekonomisi büyük ölçüde etkilenmiştir.

Koronavirüs salgını için etkili bir aşı keşfedilse bile mutasyona uğrayan yeni virüslerin ve salgınların yaşanabileceği gerçeğini insanların kabul etmesi gerekmektedir. Çünkü artık iklimler değişmektedir ve doğa hiç olmadığı kadar zarar görmüş durumdadır.