Medeniyet Arapça bir kelimedir ve bunun Türkçe ’deki karşılığı uygarlıktır. Şehirlilik, bir şehirde oturanların yaşam şekillerini yansıtmasından dolayı bu adla anılmıştır. Uygurların yüksek kültür düzeyine ulaşan Türk topluluklarının başında yer almasından dolayı, Cumhuriyetten sonra medeniyetin karşılığı olarak Uygurlara nispetle uygarlık kelimesi dilimize yerleşmiştir. “Hangi zamanda ve mekânda yaşarlarsa yaşasınlar, birbirine komşu oldukları için, aynı müesseselere mâlik olan cemiyetlerin mecmûuna ‘medeniyet zümresi’ denilir.” diyerek tarif ediyor Ziya Gökalp medeniyeti. İbrahim Kafesoğlu da “Medeniyet milletlerarası ortak değerler seviyesine yükselen anlayış, davranış ve yaşama vasıtaları bütünüdür.” demektedir. Buna göre birçok kültürün bir ortak değer çatısı altında bir araya gelmesiyle medeniyet vücuda gelmektedir. Örneğin Batı Medeniyeti dendiğinde, din bakımından Hristiyan olmakla beraber, her biri ayrı bir kültür topluluğu olan milletlerin manevi ve sosyal değerleri ile müsbet bilime dayalı teknik anlaşılır.
Medeniyetlerde tıpkı insanlar gibi doğar, gelişir ve ölür. Bugün en çok adından söz edilen Grek medeniyeti, yaşamış ve vadesini doldurup yerini yeni medeniyetlere bırakmıştır. Bunun yanında Eski Mısır medeniyeti, Fars medeniyeti gibi önemli medeniyetler de varlık göstermiştir.
İslam medeniyetinin insanlık tarihi içinde geçirdiği serüven dikkat çekicidir. İslam medeniyetini başka bir medeniyette örneği görülmemiş şekilde, hızla yükselen ve gelişen bir yapılaşma süreci takip etmiştir. Sadece İslam Medeniyeti bilimsel bir yapı üzerine kurulmuştur. Şurası açıktır ki, medeniyetleri kuran gücün teknoloji, sanat, mimari gibi somut şeyler olduğu düşünülmekte ise de bütün bu somut başarıların ve gücün arkasındaki itici kuvvetler, kapsamlı ve analitik düşünce yeteneğine sahip zihniyetler ve hayata geçirilmiş fikirlerdir.
Zihinlerin gelişmesi ve şekillenmesi Eski Yunan medeniyetinde mitoloji ve tabiata bakış ile sağlanırken; İslam medeniyetinde ise bu görevi Kur’an’ın âlem tasavvuru üstlenmiştir. Her iki medeniyette de var olan dünya görüşleri, bilgi edinme faaliyetlerini başlatabilecek niteliğe sahipti. Fakat bu süreç İslam medeniyetinde çok hızlı gelişmiştir. Vahyin bilgiye çok özel bir yer vermesi ve toplumda oluşan hoşgörü kültürü, gelişen öğretisel bir bilgi yapısına ulaşmayı sağlamıştır. Nitekim Harun Reşîd ve Me’mun zamanlarında tercüme faaliyetlerinin yoğunlaştığı süreç, bundan önceki yaklaşık yüz elli yıllık bir ilim zihniyetinin olgunlaşması aşamasının devamı niteliğindedir. Zührî (742) ve Malik b. Enes (795) gibi düşünür âlimler bir nevi köprü görevi görmüşlerdir. Bu âlimlerin peşinden gelen Buhârî ise yöntem aşamasının tamamlanmasına ve hadis toplama tasnifi yöntemi ile devrinin bilimsellik ölçütünü üst segmente taşıyan bir sürece sokmuştur. Buhari Sahih’i ile İslam medeniyetinde tarih geleneğinin oluşmasında da önemli bir yer tutmuştur.
İlk dönem âlimlerin oluşturduğu bu zihnî yapı, özellikle astronomi, tıp, matematik, kimya ve biyoloji gibi fen bilimlerinde yapılan tercümelerin büyük bir iştiyakla sürdürülmesine ve bu alanda önemli ilim adamlarının yetişmesine olanak sağlamıştır. Bu dönemin ilmi canlılığının oluşum sürecinde, ilk dönem oluşan zihni yapının etkisini idrak etmemek, bu gelişimi anlamanın önüne geçer. Dolayısıyla bu süreci iyi okumak gerekmektedir.
İslam âlimlerinin yaptığı ve sayıca önemli yekûn tutan tercüme telif eserlerin başında, Antik Yunan Dönemi düşünürlerinden Aristo’dan (384-322) beri gelen felsefe, doğa bilimlerine dair eserler ve tıp eserleri gelmektedir. Simya adı altında başlayan ve kimya, metalurji, fizik, tıp, astroloji, semiotik, mistisizm, spiritüalizm ve sanatı bünyesinde barındıran bilim; Müslüman âlimlerin elinde bugünkü modern bilimleri oluşturan bir sağlam temele dönüşmüştür. Yine dilbilimciler eliyle hazırlanan ansiklopedik sözlükler, İslam dünyasında gelişmiş ve modern botanik ve zooloji bilimlerinin temelini oluşturmuştur.